23 Haziran 2010 Çarşamba

size bişey anlatacağım....

yıl 2008. babamın ıslarları üzerine ve birazda evde geçirilen 9 aydan sıkılmışlıktan öylesine, bi bankanın sınavına başvurdum. başvuru için para yatırmaya gittiğim gün kalabalığı görünce bu bankada çalışamayacağımı anladım. sınav gününü babam hatırlattı, öylesine kalkttım gittim, öylesine ya sınavı kazandım, üstüne bide görüşmede bir an için sinirlenip sesimi yükselttiğim bi mülakat sonucu işe alındım. pc başında eğitime çağrı yazısını gördüğüm gün ramazandı, iftara az kalmıştı. sevinsem mi bilemedim ama bu işe en çok büyükbabam sevindi. o zamanlar hastaydı ve ameliyat olacaktı. bende ona bu durum çok büyük moral oldu diye ses çıkarmadım. bayram ertesi tüm akrabalarla vedalaşıp düştüm 8 saatlik istanbul yollarına.

eğitim yerine bi gün önce gittim. resepsiyonda bekleyen güvenlik görevlisine eğitim için geldiğimi söyleyince önüme bi kağıt koydu, imzalamamı söyledi. o kağıtta işten 6 yıl içinde ayrılırsam 10 bin tl ödeyeceğim yazıyordu. bir an durdum, bu ne şimdi dedim, imzalamasam nolur, imzalamazsan başlayamazsın dedi resepsiyondaki güvenlik görevlisi. ama dedim neden daha önce bahsedilmedi şimdi gidiyim mi yani? büyükbabamın sevinci, giderken arkamdaki yaşlı gözler ve minik kuzenimden zorla ayrılışım boğazımda düğüm oldu, gidemedim, gidemezdim de çünkü geri dönüş otobüsüne bile yetişemezdim o saatte, imzaladım.

ertesi gün insan kaynakları yetkilileri geldi, ama bu taahhütname hakkında kimse bişey demedi. yeni işin heyecanını taşıyan kimse de, ben de bişey demedim. adeta bi sır taşıyodu herkes ve birbirinin bildiğini bildiği halde birbirinden saklıyodu.

hiç sevemediğim bu işe 15 ay emek verdim, bazen akşam 10 da eve geldim, bazen hasta oldum yine gittim, bazen haftasonları çağırdılar, bazen fazladan biçok iş yaptırdılar. son güne kadar en iyi şekilde yerine getirdim tüm sorumluluklarımı.

sonra gitmem gerekti, gittim.

ayrıldıktan 1 ay sonra bi kağıt geldi, tam 10bin borçluymuşum onlara, sonra bir mahkemeye çağrı bildirisi.

çok değil birkaç gün sonra davam var, biliyorum 10 bini alamayacaklar, çünkü bi zamanlar kapılara gelen tencere tava satıcılarının yaptıkları gibi hukuksuz yapılan ya da fedakarlıkları görmemezlikten gelmek etik olmayan.
arkadaşımın lehine sonuçlanmış bir dava var, içimin rahat olması gerek ama yinede içim daralıyo, sıkılıyo, hiçbirşey yapmak istemiyorum, huzursuzum birisi dese "huzur yerde" eğilip alamayacak kadar mecalsiz..........

18 Haziran 2010 Cuma

gerçek evcilik...


benim küçükken en çok sevdiğim şey evcilik oynamaktı. önce bi odayı kendime ev seçer, oyuncaklarımı kafama göre evime yerleştirirdim. erkek kardeşimi bana misafir olmaya zorla ikna eder, oyuncak fincanlarımla içirdim kahvesini. saatlerce evimde hayali misafirler ağırlar, hayali yemekler yapar, oyuncak bebeğime bakar, saatlerce temizlik yapardım:) en şaşırdığımda bu zaten hayali temizliği sevmem.
3 gündür evi temizle, alışveriş yap, misafir ağırla , pasta yap, mutfağı topla o kadar yoruldum ki uzun zamandır hiç bu kadar yorulmamıştım.

çocukluğuma dönmek istiyorum gerçek ev hanımlığı yerine hayali evime davet etmek istiyorum misafirlerimi, çünkü o zaman hiç yorulmuyodum evimi temizleyip misafirleri beklerken bi taraftan oyuncak bebeğim edaya yeni kıyafetler dikerken:))

15 Haziran 2010 Salı

katre-i matem



dün hasta olup vaktimin çoğunu yatakta dinlenerek geçirmek zorunda kalınca dinlenirken katre-i matemi bitirdim.
başlarda çokta adapte olamadığım kitap sonlarına doğru beni içine aldı, bi solukta bitirdim.
kitabı bitirdikten sonra yıllarca tarih derslerinde ezberletilen lale devri olaylarının aslında hiç aklımda kalmadığını ama bu romanla somutlaştığını ve daha kalıcı olacağını farkettim.
şimdi nasıl unutabilirim şifreleri çözmekte usta sadrazam ibrahim paşayı, saray eğlencelerindeki nedimi, bir devri bitiren isyanı, ve bir şehrin kaderi olan laleleri.
içinde aşk, entrika, polisiye ve bolca tarih olan bu kitabı bence okunmalı! listenize ekleyebilirsiniz:)

bu arada yazın en güzel etkinliği kitap okumak olsa gerek. dün bir an için lale çay bahçesine gidip elma çayım ve kuş cıvıltıları eşliğinde kitap okumak istedim. üzerimdeki halsizlik buna izin vermeyince camı açtım bende yatağıma uzanıp
böyle bir yerde olduğumu hayal etmekle yetindim:)

12 Haziran 2010 Cumartesi

şirinlik:)

bu şirin şeylere 10marifette rastlamıştım. bi müddet masaüstümü süsledi. çok şekerler...
bugün kendime bunlara benzeyen broş yapmaya çalıştım, sonuca hemen ulaşmak için acele davrandım, biraz özensiz yaptım. çokta benzetemesemde ben onu çok sevdim:) hemen yakama kondurdum, arada seviyorum, şirin kuşumm diye:)

11 Haziran 2010 Cuma

ben bugün cezalıyım:(


ayıptır söylemesi:) sabah uyanma vaktini 12 lere çıkarınca kendime bugün çok kızdım. napıyorum ben hayatımı uyuyarak geçiriyorum, diye. günün en verimli saatlerinde uyuyorum resmen, doğal olarak sonrada bişey yapmak için vaktim olmuyo, miskin kedi gibi ortalarda dolaşıyorum.
"aman uyu uyu çocuk olunca uyuyamazsın" laflarının bilinçaltıma etkisi olsa gerek. şimdiden uyku depoluyorum:)
ama bugün kendimi cezalandırdım, bu duruma bi son vermek için. kendime bir sürü görev verdim. çamaşırları yıka, as, balkonu yıka, evi süpür, sil, çekmeceleri düzelt, toz al, sigara böreği yapıp buzluğa at, dolapları düzelt, kapıları sil derken hızımı alamadım beyaz eşyaları çekip altlarını sildim. cezam günün geç saatlerine kadar devam edecek:(

şimdi kendime diyorum, camlarıda sil, öyle akıllanırsın:)

herkese keyifli bir cuma akşamı diliyorum:)

10 Haziran 2010 Perşembe

seviyorummmmmmm...


kocamı, koskocaman ailemi, kahveyi, pembeyi, zencefilli kurabiyeyi, ipodumu, uyumayı, geç uyanmayı, bebekleri, istanbulu, üsküdarı, telefonda büyükbabam ve babannemle konuşmayı, renkli keçeleri, temiz evleri, bebek kokusunu, yazı, boğazı, gece uyanıp su içmeyi, korkulu bi rüyadan sonra kocama sarılmayı, patates kızartmasını, çamlıca tepesini, istanbul romanları okumayı, fotoğraf çekinen insanların yüzlerini izlemeyi, yağmur yağarkenki hüznü, blogları, çöp atmayı, dans etmeyi, kalabalık otobüste birinin inerken yer vermesini, arkadaş toplantılarında yenilen pastaları, alışverişlerde ağır poşetleri bana taşıtmayan birilerinin yanımda olmasını, kocamın tabaktaki son lokmaları bana bırakmasını, sarılmayı, bebeklerin ayaklarını öpmeyi, yeni evleri, kirazı, uzun otobüs yolculuklarını, elli rakamını uzatarak söyleyenleri, not defterlerini, çikolatalı pastayı, yapılacaklar listesi yapmayı, aşkı...

8 Haziran 2010 Salı

kurabiyeden ilham:)

düğün kurabiyelerini ilk gördüğüm andan beri çok sevmiştim, hatta yapmak için şeker hamuru bile almıştım ama beceremedim:(
içimde kalmasın dedim ve bugün yakında evlenecek olan canım arkadaşım için keçeden yaptım kalpli gelin-damadı.

umarım beğenir:))


ikea meldal

cuma günü kocamla ikeaya gittik, mutfak masası almak için. evleneli 7 ay oldu, biz mutfak masasını yeni aldık:) düğün öncesi eşya alma sürecinde çok yorulmuştuk, ben zor beğenirim buna bide kararsızlığım eklenince sevgili kocamın ayaklarına kara sular indirmiştim:) o nedenle ev için alışverişe biraz ara vermiştik, neyse ki güzel bi mutfak masası alarak tekrar başladık.
bu ikea gezimizde aklımda en çok kalan bu meldallar oldu. aklımda kalmasının nedeniyse, bizim boş bir odamız var. ben o odaya şık bi çekyat almayı düşünmüştüm. misafirler için, hemde bazasına fazla eşyaları koymak için.
şimdi diyorum bu meldalı alsam, hem yatak olarak hem kanepe olarak kullanılsa, üzerine anneme birsürü yastıklar diktirsem nasıl olur??
galiba oturmak için rahat olmaz. ama küçük bi odaya şık ve rahat görüntü katar diye düşünüyorum.

3 Haziran 2010 Perşembe

paranoyak istanbul...


hayatımın 19 yılını küçük bir şehirde geçirdim. her yere yürüyerek gittiğimiz, uyumadan önce kapıyı kilitledik mi diye endişelenmediğimiz, yolda yürürken birbirini tanımayan insanların birbirine selam verdiği, komşuluk ilişkilerinin akrabalık ilişkisi kadar geliştiği, insanların birbirinden çekindiği bi şehir. hani değeri kaybedilince anlaşılanlardan.
sonra okul, iş, evlilik derken istanbul daha cazib geldi, daha albenili.
ama 5 yıldır 19 yıldır yapmadığım şeyleri yaptığımı farkettim. çok güvensiz yaşadığımı...
yolda yürürken, otobüse binerken, kapı çalınca, bi dilenci durdurunca, küçük bi tıkırtıda hep bi korku. hırsız mı, tinerci mi, organ mafyası mı?. hergün haberler, gazeteler, mailler beynimi o kadar doldurmuş ve kirletmiş ki, o kadar inanmışım ki; hep başıma kötü bişey gelecek korkusuyla yaşıyorum bu şehirde, o tedirginlikte.
en son mahallemizde oturan arkadaşımın evine gece hırsız girince, bi görev daha eklendi listemize uyumadan önce camları kontrol etmece.
bazen diyorum ne gerek var bu kadar maceraperestliğe. kocanı da al git:))), küçük şehrine. aç camlarını sonuna kadar, komşunun bebeğini evine getir seveceğim diye, akşam kilitli kapıları sen açma, bikere de kocan açıp bağırsın sürpriz diye.
çok şey mi istiyorum bilmiyorum, sanırım ailemi özledim ben yine:D

1 Haziran 2010 Salı

biri beni uyandırsın!


bugünlerde böyleyim ben. gözümde uyku bandı, üzerimde pijamalarım. yataktan hiç çıkmak istemiyorum, hep uyumak hep uyumak istiyorum. hatta uykumu alıyorum saate bakıyorum, tekrar uyuyorum.
bahar yorgunluğu desem, baharda geçti.
arkasına sığınacak bi bahanem yok galiba.
sadece seviyorum uyumayı; kola içmek, çikolata yemek kadar:) zaten kolay kolay feda da edemem uykumdan, birçok sabah kahvaltısını uyanamayacağımı anlayıp son anda iptal etmişimdir.
ama bu gidişe bi son vermem lazım, çünkü yapılacak işler listesi aldı başını gitti, yapılmayan şeyler birikti, en önemlisi yaz geldi:))